Ferit Melen ile Söyleşi
|
"Eski Başbakan, Bakan (Maliye -Milli Savunma), Milletvekili ve Senatörlerden (Van) Sayın Ferit Melen ile 26.2.1988 tarihinde Ankara'daki evinde yapılan söyleşi, teyp bandından metin haline getirilerek aşağıya alınmıştır. " "Mülkiye'
de iken, daha çok idari hayatı düşünüyordum. Kaymakam, Vali
olmak, memlekete o yollardan hizmet etmek için, Maliye Teftiş
Heyeti hiç aklımdan geçmiyordu; babam maliyeci olmasına rağmen. Babam
uzun süre Malmüdürlüğü yaptı; hatırlarım, küçükken eve her akşam
dosyalarla gelirdi. Gece yarılarına kadar çalışırdı. Çok yorgun düşerdi
ve her defasında bize "Sakın maliyeci olmayın" diye tavsiyede
bulunurdu. Bu da aklımdaydı benim. Mülkiyeden
mezun olduktan sonra, Bursa Vilayeti maiyet memurluğuna tayin edildim.
Gemlik, Orhangazi, Mudanya gibi ilçelerde 1931-1933 yılları arasında
Kaymakam Adaylığı yaptım. Bu sırada, ilk köy yollarını, Gemlik'te
ben yaptırdım. Gemlik'ten Bozburun'a kadar 35 km. yol açtık. Gemlik'in
çayı vardı, sıtma yapıyordu, onu kuruttuk, zorlu çalışmalar yaptık.
Bu çalışmalarda, yer yer mukavemetler de oluyordu. Bunlar, partililer
tarafından yapılıyordu. Rahat bir kaymakamlık yapma imkanını görmedim. O sırada, Mülkiye'de
Haydar Saatçioğlu isminde bir arkadaşım vardı. Teftiş Heyeti imtihanını
kazanmıştı. Mektuplaşıyorduk. O ehliyet imtihanından döndü. Daha
sonra, İstanbul'da Milli Emlâk Müdürlüğü yaptı. Ondan sonra ayrıldı.
Şimdi hayatta değildir. Bu arkadaşım, mütemadiyen bana, Teftiş
Heyetini övüyordu. Mektuplar yazıyordu. Telkini ile, Mudanya Kaymakam
vekili iken, açılan imtihana müracaat ettim. İstanbul'da imtihana çağırdılar.
Vali Fatin Bey, çalışmalarım dolayısıyla beni beğeniyordu. İzin
istedim, müsaade etmedi. İzinsiz kaçtım. İstanbul'a gittim, yazılı
imtihana girdim ve görev yerime döndüm. Bir ay sonra, sözlüye çağırdılar.
O vakit, Fatin Beye rica ettik, gene izin vermedi. Teftiş Heyetine geçebilmek
için İçişleri Bakanlığı vasıtasıyla izin alındı. Sözlüye,
benimle birlikte on kişi çağırmışlardı; fakat benden başka hiç
kimse sözlü imtihana girmedi. Sözlüyü de kazandım. Ve bu şekilde
Maliye Müfettiş Muavinliğine tayin edildim. 1932 yılının Ekim veya
Kasım aylarıydı. Hatta Ankara'ya bugünkü gibi bir havada geldiğimi
hatırlıyorum. Bu şekilde,
Müfettiş Muavinliğine başladım. Beni Hakkı Kamil Beşe'nin yanına gönderdiler.
Kendisine çok şey borçluyum. Gayet titiz, sert bir Maliye Müfettişiydi.
Öğreticiydi. İyi bir arkadaştı. Hatırlıyorum, ben gider gitmez, bir
klâsik tahsilat teftişi nasıl olur diye, oturdu bir not verdi. O not hâlâ
yanımdadır. Evvela makbuz koçanlarının kontrolü ile başladık. Bana
bir oda açtı. Oda dolusu makbuz koçanı vardı. Bunların tek tek
toplamını alacaksın dedi. Teftişi, Bolu Defterdarlığı'nda yapıyorduk.
Daha önce Hakkı Kamil Bey oradaydı. Ben ona, daha sonra katıldım.
Makbuzları aldım, evvela yarım saatte bir koçanı bitiriyordum.
Sonradan bu, on beş dakikaya, hatta on iki dakikaya düştü. On gün bu
kontrolü yaptım. Uyuduğum zaman gözümün önünden makbuzlar geçiyordu.
Öyle çetin bir şekilde göreve başladık. Arkasından da polisiye bir
iş yaptık. Orada bir ihbar almıştık. Tahsildarlar, tahsil ettikleri
paraları, tüccarlara veriyormuş; bir ay için. Geç yatırıyorlarmış.
Beş tahsildara baskın yapmaya karar verdik. Kendisi bir istikamette, ben
bir istikamette baskın yapacaktık. Ben bir ata bindim. O vakit yol da
yoktu. Çarşamba (Şimdiki Seben) ve Kıbrıscık nahiyelerine, Bolu Dağını
aşarak gittim. Tahsildarı yakaladık, zabıt tuttuk. İlk görevim de
budur. Memuriyetten atıldılar. Hakkı Kamil Bey'le 1,5 yıl beraber çalıştık.
Büyük tahkikatlar vardı. Bolu'dan Dursunbey'e gittik, oradan Bursa'ya,
sonra Erdek'e gittik. 9 ay süreyle, bu suistimalleri tahkik ettik. Hatta,
biz yetmedik, bir arkadaş gönderdiler, İhsan BAÇ. Erdek'te de Milli
Emlak' de büyük suistimaller vardı. Zeytinlikleri satmışlardı.
Ekinlik Adasında mermerden binalar vardı. Bu mermerleri, malmüdürü,
Selanik'de yapılan bir kilise için satmıştı. Malmüdürü, bunun karşılığında
komisyon almış. İhalelerin hepsi yanlıştı. Bir zaman sonra, benim eşim
hastalandı. İstanbul'a geldim. İzin aldım. Sonra Hadi Hüsman
Bey'le beraber bir turne yaptık. Boğazlıyan ve Gebze'de normal teftiş
yaptık. O vakit Buğday Koruma Vergisi vardı. Boğazlıyan'da şöyle
bir hadise hatırlıyorum. Bir un fabrikası vardı. İhbar aldık.
Kayseri’ye, vergisi verilmeden un kaçırılıyormuş, diye. Hadi Bey,
beni Kayseri'ye gönderdi. Boğazlıyan'da bir taksi vardı. Kayseriye
gittik. Gidinceye kadar 7 defa lastik patladı. Normal olarak, 1,5 saatlik
yolu, 6-6,5 saatta aldık. Gittiğimiz zaman, Hükümet Konağında
fabrika sahibi bizi karşıladı. O yaylı arabayla benden önce gelmiş.
"Hayrola Müfettiş Bey" dedi. Şunu söylemek istiyorum; o
tarihte Türkiye'de Müfettişlik gayet zordu. Büyük mahrumiyetler vardı.
Yol, otel, lokanta vs. yoktu. Yani, şimdiki imkanlar yoktu. Boğazlıyan'a
gittiğimizde İsmail Rüşdü Aksal Bey vardı. Onlar tetkik memuru idi.
Sonra Müfettiş oldu. Bir de Reşit Egeli vardı. Beraberdik. Boğazlıyan'da
otel bulamadık. Han gibi bir yere gittik. Hancıya sordum; "burada
pire olur mu?" O da "Bey, han olur da pire olmaz mı?"
dedi. Orda yatamadık. Hadi Bey yeni evlenmişti. Ona 2 odalı bir ev
buldular. Biz de, kaymakam'ın boşalttırdığı sağlık dispanserinde
kaldık. Karyolalarımızı kurduk, orada yattık. Bir sabah, 38 derece
ateşle hepimiz uyandık. Merak ettik. Hasta falan değildik. Ateş niye yükseldi?
Sağlık memuru geldi; "Efendim" dedi, "Kerkenez kuşunun
biti ısırmıştır sizi". Meğer kuşun yuvası tavandaymış, biz
filit sıkmıştık. Sivrisinekler için. Filitten dolayı bitler dökülmüş.
Hepimizin ateşi yükseldi. Sonra
Gebze'ye döndük. Gebze'den sonra, İstanbul'a kış turnesi geldi. İstanbul'da
ben, yeterlik sınavına çalışıyordum. İstanbul'da bana, Fener bölgesindeki
fabrikaların ve imalathanelerin "Muamele Vergisi ' teftişini vermişlerdi.
Bunların arasında kumaş, çivi, kilit fabrikaları gibi önemli
fabrikalar vardı. Asıl büyük macera bir kumaş fabrikasında oldu, bu
fabrika'nın hesaplarını tetkik ederken. Ben mali şubeden mezun olmadığım
için, muhasebe bilgim zayıftı. Muhasebeyi hiç okumamıştım, hatta İstanbul'a
imtihanlara gittiğim zamana kadar. Muhasebe sınavı 2. gündü. Kirkor Kömürcüyan'ın
muhasebe kitabı vardı. Onu 2 gece okudum. Kitabın sonundaki soruları
çözdüm. O bilgiyle sınava girdim. Tesadüfen sorular o kitaptan çıktı.
En yüksek notu da ondan aldım. Normal bir
hesap düzeni dışında bir de metraj hesabı vardı. "Metraj hesabı
ne?" diye sordum. Muhasebeci ise "Bu mamul takibi için tuttuğumuz
bir hesap olup, netice hesabı değil, geçici bir hesaptır' dedi. Bana,
bu kaçak bir hesap gibi geldi. Ne yapabiliriz diye düşündüm. İki
tane satış mağazası vardı. Bu mağazaların hesaplarını karşılaştırdım.
Bir miktar da Anadolu'ya satmışlar. Bunları da Defterdarlıklar a yazılar
yazarak istedim. Bunları tahkik ettim. Baktım ki, satışları, normal
hesapla metraj hesabının yekununa eşit. Bakanlığa, bir hesap mütehassısı
göndermeleri için yazı yazdım. Müller adında bir hesap mütehassısı
gönderdiler. O’ da yaptığım işi doğru buldu. Yaklaşık, o tarihte
1 milyon liralık kaçak tespit ettik. Bu hadise bana teftiş heyetinde
isim yaptırdı. Daha sonra
yeterlik sınavını kazandım. Teftiş hayatımda, bir çok yerlerde
teftiş yaptım. Soma'da Elbistan'da, Malatya'da teftişler yaptım. Tesadüftür,
teftiş yaptığım her yerde, büyük suistimaller ile karşılaştım. Soma'da, 1 ay
normal teftiş yapmıştım. Mükemmel buldum. Tüm servisler çok iyiydi.
Yaşlı bir malmüdürü vardı. Çift gözlük kullanırdı. "Biraz
genç olsa da, defterdar yapsak" diye düşünmüştüm. O vakit
yetim maaşları, malmüdürlüklerince ödeniyordu. En sona onu bırakmıştım.
Onu ele aldım. Adil Yücefer vardı. Tetkik memuruydu, bana yardımcı göndermişlerdi. Şöyle bir
husus vardı; Zamanında Soma'dan Çanakkale'ye bir tabur gitmiş. 300 kişilik
taburdan 3 kişi geri dönmüş; geri kalan 297 kişi şehit düşmüş.
Onlara, şehit maaşı bağlamışlar. Sonra, Yunanlılar gelmiş, hükümet
konağı yanmış, kayıtlar da yanmış. İstiklâlden sonra, bunlar müracaat
etmişler. Hepsi, mahkemede ispat-ı şehadet ile, şehitlerini ispat etmişler.
Bunlara yeniden maaş bağlanmış. Bu suretle 15-20 senelik toptan ödeme
hasıl olmuş. Kanun bile çıkmış. Bu 297 aileye bu toptan ödemeyi,
bir kalemde yapmayıp 3 partide yapmışlar. "Niye böyle yaptınız"
diye sorduğumda, malmüdürü "bunların hesabı gayet güç, hata
yaparız diye, peşinen ilk partiyi verdim, ondan sonra bu hesapları yaptık,
ikinci üçüncü partiyi ödedik" cevabını verdi. Bu bana biraz
makul gelmedi. Divan-ı
Muhasebat'a tel çektim, evrak istedim ve istediğim evrakı gönderdiler.
Bir taraftan da köylere gittim ve hak sahiplerini buldum. 8-10 köyde,
15-20 aile dolaştım. Her birine 1 /3 ünü ödemişler, öteki
taksitleri ödememişler. Evraka bakınca hepsinin mühürlü olduğunu gördüm.
Bu mühürleri nerede kazıdıklarını merak ettim. Veznedarın evinde
arama yaptık. Nihayet tespit ettim ki, bu mühürleri veznedar kazıyormuş,
mühürcü olmadığı için. Ben size mühür kazıyayım diyerek mühür
kazımış ve bunu üç tane kağıda basmış. Hatta iki tane mühür kazıyarak
birini onlara vermiş, diğerini kendi saklamış. Toplam ödenecek 400
bin lira idi ve o tarihte büyük para idi. Ben bunları tevkif ettiğim
zaman, Soma çarşısında herkes bana gayet kötü gözle bakıyordu.
Çünkü, malmüdürü çok iyi bir müslüman olarak tanınıyordu ki ilk
zamanlar bana da o intibayı vermişti, fakat sonra tutuklattım. Bir defasında,
Bandırma'da teftişteydim. Vali bana gelerek, "Özel İdare
tahsildarlarının durumunu beğenmiyorum, lüks yaşıyorlar, çok para
harcıyorlarmış, Mülkiye Müfettişleri geldi bir şey bulamadılar.
Acaba siz ilgilenirmisiniz" dedi. Bu benim programımda yoktu. Fakat,
vakit kalırsa ilgilenirim dedim. Daha sonra ilgilendim. At üstünde
gittiğim bir kaç köyde makbuz toplarken, Özel İdareye ait makbuzları
da aldım geldim. Oradaki bir tahsildarın hesabını, klasik olarak bir
tahsildar teftişi nasıl yapılırsa öyle kontrol ettim ve bir cilt içindeki
3-4 makbuzun yatırılmadığını tespit ettim. Bunların tutarı cüzi
bir paraydı. 200 lira için 2 seneye mahkum edildi. Asıl olarak
Elbistan'da büyük bir tahkikatla karşılaştım. İstasyondan
Elbistan'a gece saat 11'de vardık ve kaptıkaçtıyla bu yolu beş saatte
aldık. Oranın kaymakamı benim Bursa Lisesi'nden arkadaşımdı. İlk önce
otel gibi bir yere gittik. Baktık koridorlarda adam yatıyor, barınmaya
imkan yok. Bu zamanlarda sene 1936 idi. Elbistan'a gittiğimde önce Hükümet
Konağı'na gidip bekçiyi buldum ve vezne odası ve diğer bazı ambar,
depo gibi odaları mühürledim. Daha sonra kaymakamın evine giderek gece
yarısı uyandırdık, orada misafir olduk. Ertesi sabah gelip odayı açtığım
zaman, Malmüdürünün odasında bir yığın mecidiye para gördüm. O
tarihte gümüş paralar tedavülden kaldırılıyordu, Hazine bunları
satın alıyordu ve her hafta bir kuruş zam geliyordu. Malmüdürü
bunları topluyor ve vezneye alması lazım gelirken almıyordu. Her hafta
fiyat değiştiği için bir hafta sonraki fiyatlarla yatırarak aradaki
farkı kazanıyordu. Ben bunu tespit ettim. Ayrıca bir kaçak eşya ambarı
vardı ve onu da mühürlemiştim. Ben malmüdürünün odasında çalışıyordum
ve bir gün sabah geldiğimde odada bir mavzer buldum. Jandarma kumandânını
çağırarak zabıt tuttuktan sonra teslim ettim. Ertesi gün bir mavzer
daha buldum, onu da teslim ettim. Hazine avukatı da kaçakçılarla ortak
olduğu için, onlara haber gönderip ben sizi kurtarırım diyormuş. Siz
mahkemede, biz bunları maliyenin kaçak eşya müzayedesinden satın aldık
deyin, diyormuş. Mahkeme de bu ifadeye dayanarak maliyeye soruyor ve
Maliyeden evet cevabını alıyormuş. Onlar da bu şekilde beraat
ettikten sonra eşya da onlara kalıyormuş. Bu suistimal içinde malmüdürü,
Hazine Avukatı ve daha birçok memurlar olduğu gibi, ağır ceza reisi
de vardı. Bunun üzerine Adliye Müfettişi istedim. Diğer bir suistimal
de; o zamanki Bütçe Kanunun 12'nci maddesiyle Milli Emlak’a ait arazi,
muhtaç çiftçilere 12 sene taksitle satılıyordu. Elbistan havalisinde
Sultan Yaylası diye bir yerde bir çok Milli Emlak arazisi varmış ve
bunları malmüdürü her dönüm için bir altın pazarlığıyla rüşvet
karşılığı satmış. Bunu ihbar ettiler ve böylece bu da ortaya çıktı.
Bu olayda Malmüdürü, Milli Emlak memuru, Tapu memuru ve hatta Özel İdare
Memuru büyük bir şebeke halinde ortaktılar. Bunların hepsini açığa
aldım. Hatta memur kalmadığı için Defterdarı çağırdım ve Maraş'tan
bir kaç memur getirdi, işler onlara tevdi edildi, ondan sonra Bakanlık
tayinleri yaptı. Bu, hükümet kapama gibi bir iş oldu. Maliye, Özel İdare,
Tapu ve Adliye korkunç bir şebeke ve iştirak halindeydi.1938 sonunda
Hatay Devletinde Cemal Reşit Bey'le birlikte Mali Müşavir olarak görev
yaptık ve ilhak için gerekli şartları hazırlamakla iştigal ettik. İlhakın
birinci günü Türkiye'den getirilen 20 memurla duruma vaziyet ettik,
Maliye ve diğer teşkilatları harekete geçirdik. Türk Parası, Türk Gümrük
Tarifesi, Arazi Vergisi vb. kanunlar aynı gün uygulanmaya başlandı. 1943 yılında
vekaleten Tetkik Heyeti üyeliğine getirildim. 29.11.1943 tarihinde de
Vasıtalı Vergiler Genel Müdürü oldum. 11 yıl bilfiil Müfettişlik
yaptım. 1946'da Vasıtalı Vergiler, Vasıtasız Vergiler ve Tahsilat
Genel Müdürlüğü birleştirilerek Gelirler Genel Müdürlüğü haline
getirildi. Gelirler Genel Müdürlüğü görevim 1950 yılına kadar sürdü.
Biz, Gelirler Genel Müdürlüğü döneminde Gelir Vergisi reformu hazırladık.
Vasıtalı Vergiler Genel Müdürlüğünde iken Kazanç Vergisinde değişiklik
yapmak üzere, Rüştü Koray Bey'in başkanlığında bir komisyon
kurulmuştu. Ben, Suat Başar, Ali Alaybek ve Sait Naci Ergin o
komisyondaydık. Bir iki ay çalıştıktan sonra Ali Alaybek bir fikir
ortaya attı; Kazanç Vergisini ne kadar ıslah edersek edelim bir şey
olmaz, bunun yerine gelir vergisi sistemini getirelim dedi. Ali Alaybek'in
hazırlığı vardı, çünkü o tahsilini Almanya'da yapmıştı ve Alman
gelir vergisi sistemini iyi biliyordu. O bunu özet olarak komisyonda iki
gün bize anlattı ve komisyon olarak uygun bulduk. Zamanın Maliye Bakanı
Nurullah Esat Sümer, aydın bir bakandı ve meseleyi o istikamete çevirdik;
Gelir, Kurumlar, Vergi Usul ve Esnaf Vergisi kanunlarının ön tasarılarını
hazırladık. Benimsetmek için başka bir otoritenin yardımına ihtiyaç
duyduk. Prof. Neumark'ı davet ettik. Meseleyi ona anlattıktan sonra
Neumark da bir kaç makale yazarak bizi destekledi. Bundan sonra da bunu
maliyeye resmen mal ettik. Bu model bir çalışmaydı ve meseleyi
Cumhurbaşkanı İsmet Paşa'ya açtığımızda o da kabul etti. Maalesef
şimdi böyle çalışmalar yapılmıyor. Bütün ilgili kurum ve kuruluşlardan
mütalâa aldıktan sonra tasarı haline getirerek Meclise verdik.
Mecliste Karma Komisyonu kuruldu. Komisyon 3 yıl çalıştı ve 3 yıl
zarfında bizim aynen Maliyede yaptığımız gibi bütün ilgili kurum ve
kuruluşlardan görüş aldı. Tasarı 3 yıl zarfında kanun haline
geldi. İşte böyle bir hizmetim de var; fakat asıl büyük şeref Ali
Alaybek'e aittir. Çünkü fikir ona aitti.1946 yılında, Gelirler Genel
Müdürlüğüm sırasında kurulan Hesap Uzmanları Kurulunun ilk kuruluş
dönemi içinde Kurul Başkanlığını da ben yaptım. 1950'de
politikaya girdim. Gelirler Genel Müdürü iken yardımcım Şükrü
Birgili bir gün bana gelerek; "Efendim, ben ayrılmak istiyorum,
serbest çalışacağım" dedi. "Niye, benden bir şikayetin mi
var", dedim. "Asla" dedi. Hazine Genel Müdürü Sait Naci
Bey ile Müsteşar Yardımcısı Celal Erçoklu'yu bularak, "gelin
bir meseleyi konuşalım" dedim. Geriden gelen arkadaşlarımızın
önünü tıkamamak için üçümüz politikaya girmeye karar verdik. O sırada
Van'dan da bana heyetler geliyordu. Halk Partisi (CHP)'nden Van
Milletvekili olarak aday oldum. Ben kazandım, ancak diğer arkadaşlarım
kazanamadı. Muhalefet milletvekili olarak politik hayata başladım.1954'de
seçimi kaybettiğimde Devlet hayatına tekrar dönemezdim. Karar vererek,
Ankara'da Saraybosna isimli bir handa serbest mali müşavirlik bürosu açtım.
İki üç ay kimse gelmedi. Bir felsefe kitabı aldım ve felsefe okumaya
başladım. Bir gün bir telefon geldi. Hava meydanları yapan bir
Amerikan şirketi benimle görüşmek istedi. "Muhasebeyi Türkçe
tutmamızı zorunlu tutuyorlar, Prof.Fadıl Hakkı Sur sizi tavsiye
ettiler, gelir misiniz?" dediler. O tarihte milletvekili maaşı
1.300 liraydı. 5.000 lira teklif ettiler. Bu şirketin muvakkat olduğunu
düşünerek ben bir büro açtığımı söyledim ve ancak haftada üç gün
gelebilirim, dedim. Bunun için de 2.5001ira istedim, onlar da kabul
ettiler. Böylece işe başladık. Üç dört şirket bana abone oldu. Böylece
aylığımızı 20 bin liraya getirdik. İlk üç sene rahat ettik.Daha
sonra 1957 seçimlerine girdim. O vakit iki yerden aday olmak mümkün
olduğundan Ankara ve Van'dan aday oldum, ikisini de kazandım. Ancak Van
milletvekili oldum. 1960'a kadar böyle devam etti. 27 Mayıs
1960 İhtilali oldu. Daha sonra Kurucu Meclise girdim. Sonra da 1961 seçimini
kaybettim. Tekrar yazıhaneye döndüm. Altı ay sonra da Meclis dışından
Maliye Bakanlığına, Haziran 1962'de getirildim. 1965'e kadar üç yıl
Maliye Bakanlığı yaptım. 1 965'de ise bütçe müzakerelerinde hükümet
düşürüldü. Bu arada, 1 964'de Maliye Bakanı İken CHP'nden Van Senatörü
seçilmiştim. 12 Mart 1971'de Nihat Erim Bey Başbakan olunca beni aradı
ve hükOmete girmemi istedi. Kabul ettim. O, partiler üstü bir hükümet
kuruyordu. Adalet Partisi'nden 7, CHP'nden 5 ve Milli Güven Partisi'nden
de 1 üye alacaktı. Güven Partisi'nden de beni kendisi seçmişti. Nihat
Erim Beyin beni kabineye almak istemesine itirazlar oldu. Bunun ise, bir
sebebi vardı. Maliye Bakanlığım sırasında Yüksek Planlama
Kurulu'nda biz Gelir Vergisi reformunu savunduk. O tarihte plancılar da
bir İngiliz profesörünün raporuna dayanarak Arazi Vergisini
savundular. Ben, Yüksek Planlamâ da buna itiraz ettim. Bunun bir iptidai
sistem olduğunu söyledim. Yüksek Planlama'da böylece uzun mücadeleler
oldu. Ben, Ali Alaybek'i götürdüm ve orada Gelir Vergisi sistemini
savunduk. O zaman koalisyon hükümeti vardı ve Başbakan Yardımcısı
Ekrem Alican bize destek oldu. Fevzioğlu ise o vakit plancıların yanındaydı.
İsmet Paşa bizim itirazımızı kabul etmeye mecbur oldu ve bundan sonra
da plancılar istifa ettiler. Nihat Erim Kabineye girmem hususunda ısrar
etti. Cumhurbaşkanı da; "Öyleyse Ferit Bey'i Savunma Bakanı yapalım"
demiş. Böylece 27 Mart 1971 tarihinde Savunma Bakanı oldum. Bu görevim
biryıl sürdü. Daha sonra 11'ler hareketi oldu ve onlar istifa ettiler.
Nihat Erim Bey'in kurduğu ikinci kabinede ben de vardım. Sonra Nihat
Erim Bey ayrılmak lüzumunu hisseti ve ayrılırken de Başbakan Vekilliğine
beni tavsiye etmiş. O vakit Başbakan Vekili oldum. Kabineyi kurmak için
de Ürgüplü'yü memur ettiler. Ancak, Ürgüplü'nün kurduğu kabineyi
Silahlı Kuvvetler kabul etmedi. Savunma Bakanı iken askerlere ait bir çok
kanunu çıkarmıştım ve bu yüzden beni sevmişlerdi. Daha sonra Başbakanlık
teklif ettiler ve Mayıs 1972'de Başbakan oldum. Bu görev Nisan 1973'e
kadar devam etti. İstifadan sonra Meclise devam ettim, seçimlere kadar
kaldım. 1979 seçimleri oldu ve kaybettim. İki ay sonra Cumhurbaşkanı
kontenjanından senatör seçtiler. Daha iki ay senatörlük yapmadan 1 2
Eylül 1980 Harekâtı oldu. 12 Eylül'den sonra 31 Mart 1981'de İş
Bankası İdare Meclisi üyeliğine getirildim. Sonra 1983'de yeni
demokrasi harekete başladı. Sunalp,
Milliyetçi Demokrasi Partisi'ne davet etti. Bu partiden 6 Kasım seçimlerinde
Van milletvekili seçildim. Bu partinin kendisini feshettiği tarihe kadar
partili olarak, fesihten sonra da bağımsız olarak milletvekilliği yaptım.
Bilahare 9 Mayıs 1986'da kurulan Hür Demokrat Parti'ye Kurucu üye
olarak katıldım. Bu partinin kendisini feshetmesinden sonra da, 6 Kasım
1987 tarihine kadar bağımsız olarak Milletvekilliğini sürdürdüm.
Sonra sağlığım bozuldu ve bu nedenle de son seçimlere katılamadım. Maliye Teftiş
Heyeti kuruluşundan bu yana Türkiye'de yeri olan etkili bir denetim
organı olmuştur. Ananesi vardır. Aynı zamanda bir okul, bir eğitim müessesesi
olarak ta hizmet yapmıştır.Bir çok idare adamları,siyaset adamları
ve devlet adamları da yetiştirmiştir, bünyesinde. Uzun zamanlar, her hükümete
maliye Müfettişliğinden yetişme bir veya birkaç üye bulunmuştur. Başta
Maliye Bakanlığı olmak üzere, bir çok banka ve genel müdürlüklerin
başına Maliye Müfettişleri getirilmiştir. Bir
toplantıda yaptığım konuşmada şunları söylediğimi çok iyi hatırlıyorum. Gerek Genel Müdürlüğümde
ve gerekse Maliye Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ve Başbakanlık yaptığım
dönemde başarılı hizmetler vermişsem. Bunu Maliye Teftiş Heyetine
borçluyum. Beni orası eğitmiştir.'Maliye Teftiş Heyeti; evvela ciddi,
disiplinli çalışmayı öğretir, inceleme ve araştırmayı öğretir.
Maliye Müfettişliği yaptığım dönemde, memleketin ve toplumun içine
girerek onların meselelerini öğrenmek ve bunlara çözüm yolları araştırmak
imkanını buldum. Bu nedenle, başarılarımı Teftiş heyetine borçluyum. Bakanlık yaptığım dönemde beni ziyarete gelen genç Maliye Müfettişlerine şu tavsiyelerde bulunurdum; her konu için ayrı bir dosyanız olmalıdır, bir yabancı dili iyice öğrenmeye çalışınız, adınıza gölge düşürmeyiniz. Bu üç özellik sizi başarıya götürecektir."
|